TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN GERÇEK VE EN BÜYÜK KORUYUCUSU BİZATİHİ TÜRK MİLLETİNİN KENDİSİDİR

GÜNDEM 15.07.2022 - 16:50, Güncelleme: 21.09.2022 - 11:07 2549+ kez okundu.
 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN GERÇEK VE EN BÜYÜK KORUYUCUSU BİZATİHİ TÜRK MİLLETİNİN KENDİSİDİR

TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN GERÇEK VE EN BÜYÜK KORUYUCUSU BİZATİHİ TÜRK MİLLETİNİN KENDİSİDİR
TBMM Başkanvekili Süreyya Sadi Bilgiç, Türkiye Cumhuriyeti'nin gerçek ve en büyük koruyucusunun bizatihi Türk milletinin kendisi olduğunu söyledi. 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü etkinlikleri kapsamında TBMM'de, "15 Temmuz Paneli" düzenlendi. Bilgiç, Meclis Tören Salonu'nda yapılan panelin açılış konuşmasında, FETÖ'nün 15 Temmuz darbe teşebbüsünde hayatını kaybedenleri rahmet ve minnetle, gazileri ise saygı ve şükranla andığını dile getirdi. Milletin 15 Temmuz'da tek yürek olduğunu ve darbecilere gereken cevabı verdiğini belirten Bilgiç, darbe girişimi gecesi yapılan fedakarlıkların unutulmayacağını ifade etti. Türkiye'nin siyasi tarihinin darbeler tarihi olarak anıldığını söyleyen TBMM Başkanvekili Bilgiç, konuşmasını şöyle sürdürdü:  Ülkemize yönelik en kirli tertiplerden biri olarak tarihe geçen 15 Temmuz hain darbe girişiminin 6. Yıl dönümü vesilesiyle Ankara Üniversitesi ile birlikte düzenlediğimiz “15 Temmuz Paneli”nde biraraya gelmiş bulunuyoruz. Sözlerime, Fetullahçı Terör Örgütü mensuplarınca düzenlenen bu hain ve kanlı darbe girişimine karşı dururken şehit olan kahraman evlatlarımızı rahmet ve minnetle, yaralanan gazilerimizi ise saygı ve şükranla anarak başlamak istiyorum. Türk Milleti 15 Temmuz gecesi yapılan fedakârlıkları ve vatanperverlikleri asla unutmayacak ve unutturmayacaktır. Bundan tam 6 yıl önce aziz milletimiz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde İstiklal Savaşımızda olduğu gibi, tüm fertleriyle tek yürek olmuş, iradesini bir avuç darbeciye çiğnetmemiştir. Vatanını, demokrasisini ve geleceğini koruma kararlığındaki Milletimiz, bu ülkeyi bölmek isteyen saldırganlara karşı Çanakkale’de, Kurtuluş savaşında ne cevap vermişse, 15 Temmuz’da da aynı cevabı bir kez daha vermiştir. Şerefli ordumuzun içinde yuvalanmış Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensupları tarafından gerçekleştirilen işgal teşebbüsü esnasında Türkiye Büyük Millet Meclisi de ağır bir saldırıya uğramıştır. Bildiğiniz gibi Gazi Meclisimiz, darbecilerin savaş uçaklarından attıkları üç bombaya maruz kalmıştır. Bunlardan biri Meclis bahçesine, ikisi de Meclisin ana binasına isabet etmiştir. Doğrusunu söylemek gerekirse, şu aşamada seçeceğim hiçbir kelime kuracağım hiçbir cümle bu kahredici hadisenin, bu ihanetin boyutunu ortaya koymaya kifayet etmeyecektir. İçinden çıktığı topluma, ekmeğini yediği suyunu içtiği memleketine, vatandaşı olduğu devletine karşı, tarihte hasım olduğumuz ve savaştığımız devletlerden dahi görmediğimiz türde böylesine büyük bir düşmanlık sergilemek insanın muhakeme sınırlarını aşıyor. Açık söylemem gerekirse, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kara gecesine birçoğunuz gibi yakından şahitlik etmiş olmama rağmen, bazen geriye dönüp baktığımda böyle menfur bir hadiseyi yaşamış olduğumuza inanmakta dahi güçlük çekiyor, bu hainlerin kendi ülkesinin Meclisine, kendi ülkesinin vatandaşına bomba atacak kadar büyük bir ihanetin parçası nasıl olabildiklerini tasavvur etmekte bile zorlanıyorum. Yine de izin verirseniz, elimden geldiğince soğuk kanlı bir şekilde, 15 Temmuz darbe girişimini tarihsel bir bağlamda ele almak ve bunun siyasi tarihimizdeki yerine ve mahiyetine ilişkin kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Hepinizin bildiği gibi siyasi tarihimiz zaman zaman darbeler tarihi olarak da anılmaktadır. “Darbeler tarihi” ifadesinin, Türk demokrasisine inanmış ve bu yolda emek vermiş herkes için bir rahatsızlık ve teessür hissi uyandıracağı muhakkak. Fakat daha huzurlu ve müreffeh yarınlar için tarihimizden ders çıkaracak isek, bunda bir hakikat payının da olduğunu teslim etmeliyiz. Maalesef askerin siyasete müdahalesi çok partili siyasi hayatımızın trajik bir gerçeği olmuştur. Şahsen, 15 Temmuz darbe teşebbüsüne münferit bir vaka olarak değil bu ifade etmeye çalıştığım tarihsel darbe sistematiği veya geleneği çerçevesinde bakmamız gerektiğine inanıyorum. Bu noktayı nazardan değerlendirildiğinde Türkiye’de darbelerin ve darbecilerin en büyük amacının hukukun ve halk iradesinin tahakküm altına alınması olduğu görülecektir. Parantez içerisinde belirtmem gerekir ki 15 Temmuz farklı olarak bir başka gerçeği de gözler önüne sermiştir ki oda; 15 Temmuz sadece iktidarı ele geçirmek amacıyla girişilen bir kalkışma değil, aynı zamanda ülkemizi parçalamak ve işgaline zemin oluşturmak için yapılan hain bir terörist saldırı idi. Bir şey daha görülecektir ki; darbeler, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik olarak silkindiği, milletler sahnesinde ileri doğru atılım yapmaya hazır olduğu zamanlarda meydana gelmiştir. Bu bakımdan darbeciler her seferinde, Türkiye’nin uluslararası ölçekteki iddialarından rahatsızlık duyan ve çıkarlarının tehdit edildiğini düşünen  dış güçlerin  desteğini yanlarında bulmuşlardır. Ve yine üzülerek ifade etmek isterim ki, darbeciler ülke içindeki bir takım sivil unsurların açık veya örtülü desteğini almakta ve kendilerine sadık hizmetkarlar, uşaklar bulmakta da pek zorlanmamıştır. 15 Temmuz darbe girişimi de bu bağlamda bir istisna değildir. 15 Temmuz darbe girişimine giden yollar, devlet düzenine ve seçilmiş iktidarın meşruiyetine kasteden bir dizi eylem ve teşebbüsle döşenmiştir. Vicdan sahibi herkesin neyi kastettiğimi anlayacağını bildiğim ve ayrıca buradaki konuşmamın sınırlarını aşacağını düşündüğümden bunların teferruatına girmeyi gerekli görmüyorum. Ancak 17 Ekim 2010 yılında HSYK’nın FETÖ terör örgütü tarafından ele geçirilmesiyle başlayan süreçte seçilmiş iktidarı hedef alan ilk hareket yargı üzerinden darbe yapma girişimi olarak kendini göstermiştir. ( 2012 MİT krizi, 2013 Gezi Eylemleri, 2013 17/25 Aralık Operasyonları, 2014 MİT Tırlarının Durdurulması, 2014 6-8 Ekim Kobani Olayları ) Fakat 15 Temmuz’u diğer darbelerden ayıran bir husus daha var ki, bu aynı zamanda darbe teşebbüsünün başarıya ulaşamamasının da en büyük nedeni. O da vatandaşıyla, medya organlarıyla, siyasi partileriyle, kolluk kuvvetleriyle bir bütün olarak Türk Milletinin mutlak bir kararlılık ve cesaret örneği göstererek darbeye karşı dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir direniş ortaya koymasıdır. 15 Temmuz gecesi, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın da tarihi bir liderlik misyonu ifa ettiğini vurgulamadan geçemeyeceğim. Cumhurbaşkanımızın, halkın üzerinde hiçbir güç tanımadığını ifade ederek, darbeciler karşısında geri adım atmamış olması vatandaşlarımıza büyük bir moral ve motivasyon kaynağı olmuştur. Yine, o gece Türkiye Büyük Millet Meclisi de Başkanı ve üyeleriyle benzersiz bir dayanışma örneği göstermiş, bombalar altında çalışmalarını sürdürerek Türk Milletine karşı olan tarihi sorumluluğunu alnının akıyla yerine getirmiş ve o mübarek Gazi unvanını ikinci kez hak etme şerefine nail olmuştur. Kanaatimce, böyle bir Meclis’in mensubu olmakla ne kadar iftihar etsek azdır. Bu hain işgal teşebbüsünün püskürtülmesinin Türk Demokrasi tarihinde yepyeni bir sayfa açtığına inanıyorum. Türk Milleti artık, siyasi iktidarı gayri meşru yollarla ele geçirmek isteyenlere karşı koymak ve kendi meşru temsilcilerinin arkasında durmak konusunda bir an bile tereddüt göstermeyeceğini kanıtlamıştır. “Her şerde bir hayır vardır” ayeti mucibince bu meşum darbe girişiminin, Türk toplumunu bütün kesimleriyle demokratik siyasetin arkasında kenetlendirmiş olması bizler için en büyük teselli kaynağıdır. Siyaseten farklı düşünebiliriz, farklı yaşam tarzlarını ve dünya görüşünü benimsiyor olabiliriz. Bütün bunlar son tahlilde demokratik bir toplumun olmazsa olmaz çeşitliliğinin tezahürleri. Fakat o gece Türk milletinin temiz bağrından kopup gelen ve 15 Temmuz Ruhu olarak andığımız bu kalbi birlikteliğin ilelebet daim olmasını canı gönülden arzu ederim. O Ruh ki, darbecilere ve darbeci zihniyete karşı ortaya koyduğu kahramanca direnişle Türk siyasetinin sivil, barışçı ve demokratik karakterini bütün dünyaya kesin bir biçimde tescil ettirmiştir. Artık şu kesin olarak bilinmelidir ki; Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek ve en büyük koruyucusu bizatihi Türk Milletinin kendisidir. Millet iradesinin de tek ve yegâne temsilcileri de Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı makamlarıdır. İstiklal şairimizin de ifade ettiği gibi; “Sâhipsiz olan memleketin batması haktır, Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır!” Sözlerime son verirken bu panelin gerçekleştirilmesinde emeği geçen katılımcı değerli hocalarımıza Ankara Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR’a; Sayın Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş ve Sayın Prof. Dr. Taşansu Türker’e, o gece tarihi bir gazetecilik misyonu üstlenerek Cumhurbaşkanımızın sesini, mesajlarını vatandaşlarımıza ve tüm dünyaya duyuran Hande Fırat Hanımefendiye ve Abdülkadir Selvi Beye bir kez daha teşekkür ediyoruz. İyi ki varsınız iyi ki bizlerlesiniz; aramıza, programımıza tekrar hoş geldiniz…
TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN GERÇEK VE EN BÜYÜK KORUYUCUSU BİZATİHİ TÜRK MİLLETİNİN KENDİSİDİR

TBMM Başkanvekili Süreyya Sadi Bilgiç, Türkiye Cumhuriyeti'nin gerçek ve en büyük koruyucusunun bizatihi Türk milletinin kendisi olduğunu söyledi.

15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü etkinlikleri kapsamında TBMM'de, "15 Temmuz Paneli" düzenlendi. Bilgiç, Meclis Tören Salonu'nda yapılan panelin açılış konuşmasında, FETÖ'nün 15 Temmuz darbe teşebbüsünde hayatını kaybedenleri rahmet ve minnetle, gazileri ise saygı ve şükranla andığını dile getirdi. Milletin 15 Temmuz'da tek yürek olduğunu ve darbecilere gereken cevabı verdiğini belirten Bilgiç, darbe girişimi gecesi yapılan fedakarlıkların unutulmayacağını ifade etti.

Türkiye'nin siyasi tarihinin darbeler tarihi olarak anıldığını söyleyen TBMM Başkanvekili Bilgiç, konuşmasını şöyle sürdürdü:  Ülkemize yönelik en kirli tertiplerden biri olarak tarihe geçen 15 Temmuz hain darbe girişiminin 6. Yıl dönümü vesilesiyle Ankara Üniversitesi ile birlikte düzenlediğimiz “15 Temmuz Paneli”nde biraraya gelmiş bulunuyoruz.

Sözlerime, Fetullahçı Terör Örgütü mensuplarınca düzenlenen bu hain ve kanlı darbe girişimine karşı dururken şehit olan kahraman evlatlarımızı rahmet ve minnetle, yaralanan gazilerimizi ise saygı ve şükranla anarak başlamak istiyorum.

Türk Milleti 15 Temmuz gecesi yapılan fedakârlıkları ve vatanperverlikleri asla unutmayacak ve unutturmayacaktır. Bundan tam 6 yıl önce aziz milletimiz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde İstiklal Savaşımızda olduğu gibi, tüm fertleriyle tek yürek olmuş, iradesini bir avuç darbeciye çiğnetmemiştir.

Vatanını, demokrasisini ve geleceğini koruma kararlığındaki Milletimiz, bu ülkeyi bölmek isteyen saldırganlara karşı Çanakkale’de, Kurtuluş savaşında ne cevap vermişse, 15 Temmuz’da da aynı cevabı bir kez daha vermiştir. Şerefli ordumuzun içinde yuvalanmış Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensupları tarafından gerçekleştirilen işgal teşebbüsü esnasında Türkiye Büyük Millet Meclisi de ağır bir saldırıya uğramıştır. Bildiğiniz gibi Gazi Meclisimiz, darbecilerin savaş uçaklarından attıkları üç bombaya maruz kalmıştır. Bunlardan biri Meclis bahçesine, ikisi de Meclisin ana binasına isabet etmiştir. Doğrusunu söylemek gerekirse, şu aşamada seçeceğim hiçbir kelime kuracağım hiçbir cümle bu kahredici hadisenin, bu ihanetin boyutunu ortaya koymaya kifayet etmeyecektir. İçinden çıktığı topluma, ekmeğini yediği suyunu içtiği memleketine, vatandaşı olduğu devletine karşı, tarihte hasım olduğumuz ve savaştığımız devletlerden dahi görmediğimiz türde böylesine büyük bir düşmanlık sergilemek insanın muhakeme sınırlarını aşıyor.

Açık söylemem gerekirse, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kara gecesine birçoğunuz gibi yakından şahitlik etmiş olmama rağmen, bazen geriye dönüp baktığımda böyle menfur bir hadiseyi yaşamış olduğumuza inanmakta dahi güçlük çekiyor, bu hainlerin kendi ülkesinin Meclisine, kendi ülkesinin vatandaşına bomba atacak kadar büyük bir ihanetin parçası nasıl olabildiklerini tasavvur etmekte bile zorlanıyorum.

Yine de izin verirseniz, elimden geldiğince soğuk kanlı bir şekilde, 15 Temmuz darbe girişimini tarihsel bir bağlamda ele almak ve bunun siyasi tarihimizdeki yerine ve mahiyetine ilişkin kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Hepinizin bildiği gibi siyasi tarihimiz zaman zaman darbeler tarihi olarak da anılmaktadır. “Darbeler tarihi” ifadesinin, Türk demokrasisine inanmış ve bu yolda emek vermiş herkes için bir rahatsızlık ve teessür hissi uyandıracağı muhakkak. Fakat daha huzurlu ve müreffeh yarınlar için tarihimizden ders çıkaracak isek, bunda bir hakikat payının da olduğunu teslim etmeliyiz. Maalesef askerin siyasete müdahalesi çok partili siyasi hayatımızın trajik bir gerçeği olmuştur. Şahsen, 15 Temmuz darbe teşebbüsüne münferit bir vaka olarak değil bu ifade etmeye çalıştığım tarihsel darbe sistematiği veya geleneği çerçevesinde bakmamız gerektiğine inanıyorum. Bu noktayı nazardan değerlendirildiğinde Türkiye’de darbelerin ve darbecilerin en büyük amacının hukukun ve halk iradesinin tahakküm altına alınması olduğu görülecektir. Parantez içerisinde belirtmem gerekir ki 15 Temmuz farklı olarak bir başka gerçeği de gözler önüne sermiştir ki oda; 15 Temmuz sadece iktidarı ele geçirmek amacıyla girişilen bir kalkışma değil, aynı zamanda ülkemizi parçalamak ve işgaline zemin oluşturmak için yapılan hain bir terörist saldırı idi.

Bir şey daha görülecektir ki; darbeler, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik olarak silkindiği, milletler sahnesinde ileri doğru atılım yapmaya hazır olduğu zamanlarda meydana gelmiştir. Bu bakımdan darbeciler her seferinde, Türkiye’nin uluslararası ölçekteki iddialarından rahatsızlık duyan ve çıkarlarının tehdit edildiğini düşünen  dış güçlerin  desteğini yanlarında bulmuşlardır. Ve yine üzülerek ifade etmek isterim ki, darbeciler ülke içindeki bir takım sivil unsurların açık veya örtülü desteğini almakta ve kendilerine sadık hizmetkarlar, uşaklar bulmakta da pek zorlanmamıştır. 15 Temmuz darbe girişimi de bu bağlamda bir istisna değildir. 15 Temmuz darbe girişimine giden yollar, devlet düzenine ve seçilmiş iktidarın meşruiyetine kasteden bir dizi eylem ve teşebbüsle döşenmiştir. Vicdan sahibi herkesin neyi kastettiğimi anlayacağını bildiğim ve ayrıca buradaki konuşmamın sınırlarını aşacağını düşündüğümden bunların teferruatına girmeyi gerekli görmüyorum. Ancak 17 Ekim 2010 yılında HSYK’nın FETÖ terör örgütü tarafından ele geçirilmesiyle başlayan süreçte seçilmiş iktidarı hedef alan ilk hareket yargı üzerinden darbe yapma girişimi olarak kendini göstermiştir.

( 2012 MİT krizi, 2013 Gezi Eylemleri, 2013 17/25 Aralık Operasyonları, 2014 MİT Tırlarının Durdurulması, 2014 6-8 Ekim Kobani Olayları ) Fakat 15 Temmuz’u diğer darbelerden ayıran bir husus daha var ki, bu aynı zamanda darbe teşebbüsünün başarıya ulaşamamasının da en büyük nedeni. O da vatandaşıyla, medya organlarıyla, siyasi partileriyle, kolluk kuvvetleriyle bir bütün olarak Türk Milletinin mutlak bir kararlılık ve cesaret örneği göstererek darbeye karşı dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir direniş ortaya koymasıdır.

15 Temmuz gecesi, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın da tarihi bir liderlik misyonu ifa ettiğini vurgulamadan geçemeyeceğim. Cumhurbaşkanımızın, halkın üzerinde hiçbir güç tanımadığını ifade ederek, darbeciler karşısında geri adım atmamış olması vatandaşlarımıza büyük bir moral ve motivasyon kaynağı olmuştur.

Yine, o gece Türkiye Büyük Millet Meclisi de Başkanı ve üyeleriyle benzersiz bir dayanışma örneği göstermiş, bombalar altında çalışmalarını sürdürerek Türk Milletine karşı olan tarihi sorumluluğunu alnının akıyla yerine getirmiş ve o mübarek Gazi unvanını ikinci kez hak etme şerefine nail olmuştur. Kanaatimce, böyle bir Meclis’in mensubu olmakla ne kadar iftihar etsek azdır.

Bu hain işgal teşebbüsünün püskürtülmesinin Türk Demokrasi tarihinde yepyeni bir sayfa açtığına inanıyorum. Türk Milleti artık, siyasi iktidarı gayri meşru yollarla ele geçirmek isteyenlere karşı koymak ve kendi meşru temsilcilerinin arkasında durmak konusunda bir an bile tereddüt göstermeyeceğini kanıtlamıştır. “Her şerde bir hayır vardır” ayeti mucibince bu meşum darbe girişiminin, Türk toplumunu bütün kesimleriyle demokratik siyasetin arkasında kenetlendirmiş olması bizler için en büyük teselli kaynağıdır.

Siyaseten farklı düşünebiliriz, farklı yaşam tarzlarını ve dünya görüşünü benimsiyor olabiliriz. Bütün bunlar son tahlilde demokratik bir toplumun olmazsa olmaz çeşitliliğinin tezahürleri. Fakat o gece Türk milletinin temiz bağrından kopup gelen ve 15 Temmuz Ruhu olarak andığımız bu kalbi birlikteliğin ilelebet daim olmasını canı gönülden arzu ederim. O Ruh ki, darbecilere ve darbeci zihniyete karşı ortaya koyduğu kahramanca direnişle Türk siyasetinin sivil, barışçı ve demokratik karakterini bütün dünyaya kesin bir biçimde tescil ettirmiştir. Artık şu kesin olarak bilinmelidir ki; Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek ve en büyük koruyucusu bizatihi Türk Milletinin kendisidir. Millet iradesinin de tek ve yegâne temsilcileri de Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı makamlarıdır.

İstiklal şairimizin de ifade ettiği gibi;

“Sâhipsiz olan memleketin batması haktır,

Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır!”

Sözlerime son verirken bu panelin gerçekleştirilmesinde emeği geçen katılımcı değerli hocalarımıza Ankara Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR’a; Sayın Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş ve Sayın Prof. Dr. Taşansu Türker’e, o gece tarihi bir gazetecilik misyonu üstlenerek Cumhurbaşkanımızın sesini, mesajlarını vatandaşlarımıza ve tüm dünyaya duyuran Hande Fırat Hanımefendiye ve Abdülkadir Selvi Beye bir kez daha teşekkür ediyoruz. İyi ki varsınız iyi ki bizlerlesiniz; aramıza, programımıza tekrar hoş geldiniz…

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gul32.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.